Ahmet B.
ERCİLASUN
bercilasun@hotmail.com
“Bir gün o
tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur.
Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.”
Yukarıdaki
ateşten sözler Atatürk’e aittir; onun el yazısıyla yazılmıştır ve çerçevelenmiş
hâlde benim duvarımda durmaktadır. Kendilerine “milliyetçi” sıfatını
yakıştırdıkları hâlde Atatürk hakkında tereddütleri olanlara duyurulur.
Türklük, en
az 2.500 yıllık tarihî bir gerçekliktir.
Ve hiç şüphesiz Türk’ün belki de 5.000
yıl daha geriye giden bir tarih öncesi vardır. Tarihî dönemlerdeki Türk varlığı
övünmemiz için yeterli, muhteşem bir varlıktır. Son 2.300 yıllık dünya tarihi, Türk olmadan
yazılamaz. Çin, Kore, Hint, İran, Arap, Rus ve Avrupa tarihlerinin Türk’ten
bahsedilmeden yazılması mümkün değildir.
Türklüğün
tarihi elbette devamlı yükselen bir seyir takip etmez. İnişleriyle
çıkışlarıyla, zaferleriyle, bozgunlarıyla yürüyen bir tarihtir söz konusu olan.
Esasen hiçbir sosyal olay ve olgu düz bir çizgi üzerinde yürümez. Kırıklarla
dolu, inişli çıkışlı çizgiler hâlindedir sosyal olgular. Sosyal ve tarihî bir
gerçeklik olan Türklük de böyledir. Övünülecek zaferlerimiz ve yükselişlerimiz
olduğu kadar hayıflanılacak yenilgilerimiz ve alçalışlarımız da vardır. Fakat
ne olursa olsun Türklük, tarihin en büyük gerçekliklerinden biridir ve Türkler
asırlarca dünyaya yön vermişleridir. Bugünkü görünüş, geçmişin de bütünüyle
böyle olduğu anlamına gelmez. Geçmişte böyle zamanlarımız da vardı; dünyaya
hükmettiğimiz zamanlar da.
Alpaslan’ın
ordusu Romanos Diyogenes’i bozguna uğrattığı gün Türkler, o zamanki dünyanın
bir numaralı gücü hâline geldiler. Melikşah zamanında halifelik bizim
himayemizde idi ve devletimizin bir ucu Çin sınırlarına dayanıyordu. Bizans,
Marmara ve Ege’ye sıkıştırılmıştı.
1405 yılında
Temür öldüğü zaman dünyanın siyasî, iktisadî ve kültürel merkezi, Temürlülerin
başkenti olan Herat idi. Temür’ün oğlu Şahruh zamanında Semerkant’ta o zamanki
dünyanın en görkemli mimari eserleri yapılıyordu. Şahruh’un oğlu Uluğ Beğ,
Semerkant valisi idi ve devrin en büyük rasathanesini orada inşa ettirmişti.
Türk şiirinin en büyük isimlerinden Ali Şir Nevâî de Temürlüler çağında
Herat’ta yaşamıştır.
1453’te
Fatih’in İstanbul’u almasıyla dünya gücü Doğu Türklüğünden Batı Türklüğüne
geçti. Büyük bilim ve sanat adamları İstanbul’da toplandılar. Osmanlı
Türklüğünün ihtişam ve üstünlüğü 1774’teki Küçük Kaynarca Antlaşmasına kadar
sürdü. Fuzulî, Bakî, Nef’î, Nâilî şiirlerini Osmanlı Türk topraklarında
yazdılar; Sinan anıt eserlerini bu topraklarda yükseltti; Kemal Reis, Pirî
Reis, Barbaros, Turgut Reis gemilerini Akdeniz’de yüzdürdüler. Akdeniz de o
zaman bir Türk gölü idi; Osmanlı donanması zaman zaman Marsilya’da
demirliyordu.
Dünyanın
birinci gücünün Osmanlı olduğu asırlarda, İran’da hüküm süren Safevî Türk Devleti
dünyanın ikinci büyük gücü idi. Aynı asırlarda Hindistan’da hükümran olan
Babürlüler de Türk idi ve dünyanın üçüncü büyük gücü idiler. Hindistan’ı,
İran’ı, kutsal toprakları ve Avrupa’nın yarısını asırlarca yönettik.
Türklük,
Anadolu’nun ortasındaki çorak bozkırlarda boğulmak istendiği zaman küllerinden
tekrar doğdu. Mustafa Kemal isimli bir bozkurtun önderliğinde yeni bir
Ergenekon’dan çıkış yaşadık. Türklüğü damarlarında ve yüreğinde hisseden
Atatürk, Meşrutiyet devri Türkçülerinden aldığı ilhamla Türklük için yeni bir
çağın kapılarını açtı. Türklüğü bu yeni yolundan döndürmeye hiçbir “denâet,
habâset ve şeytânet”in gücü yetmez, yetmeyecektir.


0 yorum: "Türklük"