03 Ocak 2015
Prof. Dr. Cemalettin TAŞKIRAN
Prof. Dr. Cemalettin TAŞKIRAN
Bir yandan
her gün Suriye’den Kürt, Arap ve az sayıda da olsa Türkmen sığınmacının her gün
10 binlerle ifade edilen sayılarda sınırdan Türkiye’ye girdiği, şimdiden
sığınmacı sayısının 2 milyonu aştığı, bir yandan da mevcut siyasi iradeden
cesaret alan bölücülerin okulları yaktıkları ve okullarda, şehirlerde Atatürk
anıtlarını tahrip ettikleri bir dönemde eğitim-öğretim yılı başladı.
Bu son günlerde ana dilde eğitim, Kürtçe
eğitim veren okullar açılması, Türkiye Cumhuriyeti’nin okullarının yakılması
üzerine bazı düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz.
Öncelikle
söylemeliyiz ki bu olaylar bir projenin parçası olarak gözüküyor. Olayların
seyri, Türkiye’de üniter yapıyı parçalamanın önceden planlandığını ve 2000’li
yıllardaki siyasi irade değişimi ile de uygulamaya konulduğunu gösteriyor.
Daha 8
Kasım 2000 tarihinde Avrupa Birliği Katılım Ortaklığı Belgesi’nde yer alan
“Türk vatandaşlarının (Kastedilen Kürtlerdi ama o yıllarda cesaretle
söyleyemiyorlardı.) “ana dilleri”nde televizyon ve radyo yayını yapmasını
engelleyen yasal düzenlemelerin kaldırılması” isteği, daha doğrusu dayatması
Türkiye'nin gündemini uzun süre meşgul etti. Aslında o dönemde de etnik
gruplara yönelik kültürel haklar bağlamındaki “açılım”ların, ülkenin birliğine
zarar vereceği, etnik ayrımcılığı körükleyeceği görüşü hemen hemen her kesimde yaygın bir kanaatti.
Mesela o dönemde Türk Silahlı Kuvvetleri, Kürtçe yayın ve eğitimin terör
örgütünün siyasallaşma çabalarının bir sonucu olduğunu söylüyor ve bu
uygulamaya karşı çıkıyordu. Ama zaman içinde hepimizin görüp yaşadığı olaylar
sonucu dayatmalar galip geldi. Sonra da Türk milletini alıştıra alıştıra üniter
yapıyı bozmaya başladılar. Devlet
televizyonunda, TRT’de Kürtçe yayın başladı. Mahkemelerde Kürtçeye izin
veren kanunlar çıkarıldı. Okullarda önce seçmeli ders olarak Kürtçe konuldu.
Üniversitelerde bu dil ile ilgili bölümler açıldı... Son olarak da Kürtçe
eğitim veren okullar gayriresmî de olsa açıldı.
Bu son
noktaya kadar gelen adımlar hep “masum” özgürlük ve kültürel haklar gösterildi.
Böylece de halkın tepkisi önlenmeye çalışıldı. Mesela televizyon ve radyoda
Kürtçe yayını savunanlar, “Eğer vatandaşı kazanmak istiyorsanız, ona derdinizi
anlatmanız lazım. Derdinizi neyle anlatacaksınız? İşaretle mi anlatacaksınız?
Onu kazanmak istiyorsanız, ona
ulaşmanız lazım… Adamın ana dili
Kürtçe. Türkiye'nin doğrularını onlara
neyle anlatacaksınız?” tezini
savunuyorlardı.
Oysa bu
durumu tehlikeli görenler, bu tür yayınların ülkede birlik ve beraberliği
bozacağı ve bölücülüğe katkıda bulunacağı endişesiyle karşı çıkmaktaydılar. “Adamın ana dili
Kürtçe” idi. Evet, ama devletin dili de
Türkçeydi. Türkçe bilmeyene devlet öncelikle Türkçe öğretmeliydi. Devle
Kürtçe televizyon, radyo yayını yaparsa, bu anlayışı savunanlara göre, bölücü
örgüt bu yolla en büyük hedefi olan
Kürtçeyi homojen bir hâle getirme imkânına kavuşacak ve bunun yanında, düşman
olarak gördüğü unsurlar üzerinde yılgınlık ve moral bozukluğu yaratma fırsatını
da elde edecekti. Etti de. Bu tür bir istek bölücü örgütünün temel amaçlarından
biriydi. Katil Öcalan daha önce kendisini Bekaa'da ziyaret eden bir gazeteciye: “(Türkiye’de) bir Kürt televizyonu bir Kürt
radyosu olacak mı? Hayır. Bunu dikkate almıyorlar…” diyerek bu isteğini
belirtmişti.
Üstelik bu
tür yayınların ülkenin birlik ve beraberliğini bozabilecek başka sakıncaları da
vardı. Mesela televizyon güneydoğuda Türkçe konusunda en az okul kadar
etkiliydi. Doğduğu andan itibaren
etrafında hep Kürtçe konuşulan bir çocuk, bölgesinde okula başladığında Türkçe
konuşabilmekteydi. Çünkü Türkçeyi evde televizyondan genellikle de filmler
aracılığı ile öğrenmekteydi. Bölgede Türkçe yayınlar izleniyordu. Öte yandan
okula başladığında Türkçeyi iyi
konuşamayan çocukların ise
evlerinde televizyon olmayanlar
olduğu çok iyi biliniyordu. Bölgede Türkçeyi, yapılan Türkçe televizyon
yayınları öğretiyordu. Türkçe televizyon yayınlarının Cumhuriyet tarihinde
başarılı olunamayan Türkçeyi öğretme işini yerine getirmeye başladığı
ortadaydı. Ama devlet bir başka dille yayın yapmaya başlayınca ilgi o dile
kaydı ve bölücü terör örgütünün de baskısıyla bölgede Türkçe öğrenimi iyice
azaldı.
Çok iyi
biliyoruz ki, bölücülerin temel hedefi
ülkede yeni bir ulus ortaya çıkarmaktır. Terör örgütü ve bölücüler yurt dışından yaptıkları televizyon yayınları
aracılığı ile kendi taraftarlarına ve dünya kamuoyuna başka
bir folklorun, müziğin, geleneklerin diğer hiçbir ulus ile uyuşmayacak derecede farklı olduğunu
anlatmaya, kanıtlamaya çalışmaktadır. Bu çaba
ve gayretin amacı, Avrupa üzerinden başlatılan ulus yaratma sürecinin
ileri aşamalarında olgunlaşması
olarak değerlendirilmeliydi. Bölücüler, bu konuda da epeyce mesafe
almışlardır.
Oysa birlik
beraberliğini muhafaza etmek isteyen bir yönetim, bu kaçak dış yayınları
önleyebilirdi. Alacağı tedbirlerle kaçak bölücü yayınların, devletin yapacağı
yayın kadar etkili ve izlenir olmasının önüne geçebilirdi. Yapmadı. Şimdi
bölgede Türkçe dışındaki dilde her türlü yayın izlenmektedir. Devlet
aracılığıyla Türkçeden başka dillerde yapılan yayınlar uzun vadede bölücü
hedeflere ulaşılmasına yardımcı oldu.
Türkçeden farklı bir dil ile yapılan yayınların bir başka sakıncası da
Türk vatandaşlarının zihninde Türkiye'de iki farklı millet algısını
yerleştirmesi ve üniter yapıya büyük zarar vermesi oldu.
Hem Kürtçe
televizyon hem de radyo yayınları ile
Kürtçede bir standartlık ve ortaklık sağlandı ve Türkçe öğrenmenin önüne
geçildi. Ayrıca Türkçenin karşısına daha büyük bir kitlenin konuşacağı bir dil
çıkmasına âdeta yardımcı olundu. Dil bilimi ile uğraşanlar Kürtçenin birçok
lehçesi olduğunu söylüyor. Bu yüzden önceleri bölgede yaşayanların ancak %5’i
birbirini anlayabilmekteydi. Şimdi durum değişti ve değişiyor. Elbette kimse,
bölgede yaşayanlar birbirlerini anlamasınlar demiyor. Ama devlet böyle bir çabayı Kürtçe için değil,
Türkçe öğretmek için harcamalıydı. Zira asıl olan devletin bütün vatandaşlarına
ülkedeki resmî dili öğretmesidir. İmparatorluk sonrası kurulan bir devlette
farklı dillerin olması normaldir. Bunlar için kurs açılması da mümkündür. İsteyenler evlerinde, ailelerinde,
mahallelerinde veya şehirlerinde başka dilleri elbette öğrenebilirler. Bu
yasaklanmamalıdır ve yasaklanamaz. Ama bir devletin vatandaşları arasında
fırsat eşitliği yaratmasının ve bazı bölge insanlarının resmî dili konuşamama
yüzünden mahrumiyetlerini önlemesinin ilk ve tek yolu onlara resmî dili
öğretmektir, mahallî dili değil.
Üstelik bu
Cumhuriyet dönemine has bir tutum olarak da görülmemeli. Osmanlı Devleti’nde de
1876’daki Birinci Meşrutiyet’ten itibaren Türkçe bilmek toplumumuzda
zorunluydu. 23 Aralık 1876 tarihli Kanun-ı Esasi’nin ilgili maddeleri aynen
şöyledir:
“…Madde 8 -
Devlet-i Osmaniye tabiiyetinde bulunan efradın cümlesine herhangi din ve
mezhepten olur ise bilaistisna Osmanlı tabir olunur ve Osmanlı sıfatı kanunen
muayyen olan ahvale göre istihsal ve izae edilir.
Madde 18
-Tebaa-i Osmaniyenin hidemat-ı devlette istihdam olunmak için devletin lisan-ı
resmîsi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır.
Madde 57 -
Heyetlerin müzakeratı lisanı Türki üzere cereyan eder ve müzakere olunacak
layihaların suretleri tab ile yevm-i müzakereden evvel azaya tevzi olunur.
Madde 68 -
Heyet-i Mebusan için azalığa intihabı caiz olmıyanlar şunlardır: Evvela tebaa-i
Devlet-i Aliye’den olmayan saniyen nizam-ı mahsusu mucibince muvakkaten
hizmet-i ecnebiye imtiyazını haiz olan salisen Türkçe bilmeyen rabian otuz
yaşını ikmal etmeyen hamisen hin-i intihabda bir kimsenin hizmetkârlığında
bulunan sadisen iflas ile mahkûm olup da iade-i itibar etmemiş olan sabian
suiahval ile müştehir olan saminen mahcuriyetine hüküm lahik olup da fekk-i
hacir edilmeyen tasian hukuk-ı medeniyeden sakıt olmuş olan aşiren tabiiyet-i
ecnebiye iddiasında bulunan kimselerdir. Bunlar mebus olamaz. Dört seneden
sonra icra olunacak intihaplarda mebus olmak için Türkçe okumak ve mümkün
mertebe yazmak dahi şart olacaktır…”
Ayrıca
hâkim dili bilme zorunluluğu bugün sadece Türkiye’de değil, modern dediğimiz
Batılı devletlerin çoğunda “vatandaş olmak için” hâkim dili iyi bilmek
mecburidir. Mesela Almanya’da. Vatandaşlık Yabancılar Yasası (madde: 85-91) “16
yaşını doldurmuş bir “yabancı” aşağıdaki koşulları yerine getiriyorsa Alman
vatandaşı olmaya hak kazanır. Bu koşullar şunlardır:
-Almanya'da
en az 8 yıl yasal olarak oturmuş olmak.
-
Vatandaşlık için başvuru yapıldığı anda “oturma izni”ne (süresiz veya sınırlı)
veya “oturma hakkına” sahip olmak
- Yeterli
seviyede Almanca bilmek…”
Amerika
Birleşik Devletleri’nde de vatandaşı olmak için yapılacak vatandaşlık sınavını
geçmek gerekir. Bu sınavda da yurttaşlık bilgisi ve İngilizce bilgisi
sınavından başarılı olmak şarttır.
Fransa’da
da vatandaşlığı elde etmek için Fransızcayı yeterli derecede bilme şartı
vardır. Sadece 65 yaşın üzerinde başvuru yapanlarda bu şart yoktur.
Rusya’da vatandaş olmak için ise Rusça dil bilgi
seviyesini belirleyecek Rusya’da bulunan üniversitelerin hazırlık sınıflarından
ya da devlet üniversitelerince tanınan özel dil kurslarından Rusça dil
sertifikası almaları istenmektedir.
İngiltere’ye
gelince. Burası zaten adı üstünde Birleşik Krallık’tır. Yani üniter devlet
değildir. Bu yüzden İngilizce, İskoçça, Galce dillerinden en az birini iyi
derecede biliyor olmak gerekmektedir.
Bizim gibi
imparatorluktan gelen bir devlet ve millette her etnik gruba ayrı bir ana dil
hakkının verilmesi mümkün değildir. Dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir
uygulama yoktur. Türkiye’de de eğitimde resmî dil Türkçe olmak zorundadır.
Kürtçenin okullarda okutulmasını isteyen bölücü örgüt ve bölücülerdir.
Okulların
açıldığı 2014 yılı Eylül ayı itibarıyla geldiğimiz noktaya bir bakalım. 15
Eylül’de Türkiye’de eğitim-öğretim yılı açıldı. Ama bölücü örgüt PKK okul basıp
okul yakıyor. Son bir ay içinde 30’dan fazla okul yakılmış. Anayasa’ya rağmen
Türkçeden başka bir dille eğitim provaları yapılıyor. Son olarak Diyarbakır’da
İHD, KESK, DTK, DBP, HDP, Kürdi-Der ve Eğitim-Sen gibi bazı örgütler, dernekler
tarafından Diyarbakır’da, Şırnak’ın Cizre ve Hakkâri’nin Yüksekova ilçelerinde
Kürtçe eğitim veren okullar açtılar. Âdeta Türkiye Cumhuriyeti’ne meydan okuyan
bu tutumu da çocukça, halka masum göstermek için tuhaf açıklamalar yaptılar.
Kürdi-Der Diyarbakır Şube Başkanı, Kürtçe eğitim veren bir okul ile ülkenin parçalanmayacağını
göstermek için bu okulları açtıklarını belirtti. “Bunu yaparken Türkçeyi
reddetmiyoruz. Biz bu ülkenin bir resmî dilinin olduğunun farkındayız.” dedi.
Ayrıca Eğitim Destek Evi ve Eğitim Sen’in pilot bölge olarak seçtiği
Diyarbakır’ın Bağlar, Şırnak’ın Cizre ve Hakkâri’nin Yüksekova ilçelerinde
Kürtçe eğitim verecek okulların ders kitapları ve okul binalarının da hazır
olduğunu, 3 ilçede 300 öğrenci ile Kürtçe eğitime başlayacaklarını, ilk etapta
okullarda, 1. sınıftan 5. sınıfa kadar eğitim verileceğini, bunun devamının da
geleceğini, bu yıl devlet okuluna gitmemiş ve 6 yaşına gelmiş birinci sınıf
öğrencilerinin alınacağını, seneye bunlar ikinci sınıfa geçince tekrar birinci
sınıfa yeni öğrenci alınacağını açıkladı.
Bütün bunların altyapısı da hazırlanmaya çalışıldı. Mevcut siyasi irade
tarafından Eylül 2013’te demokratikleşme paketiyle Türkçe dışındaki dillerde
eğitim ve öğretimi düzenleyen yasada değişikliğe gidildi ve özel okullarda bu
tür bir eğitimin önü açılmaya çalışıldı. Oysa yapılan iş Anayasa’ya aykırıydı.
Nitekim Diyarbakır Valisi Mustafa Cahit Kıraç, görevden alınmadan önce Anadolu
Ajansı'na verdiği demeçte Türkçeden başka bir dilde eğitim yapmak için Anayasa
değişikliği gerektiğini şöyle açıkladı:
"Anayasa,
yasa değişikliği yapılmadan fiilî bir uygulama şu an için olamaz. Ama tabii ki
okullarımızda seçmeli ders olarak Kürtçe eğitimi alabilirler. Zaman içinde bir
Anayasa değişikliği, yasa değişikliği olabilir de bu devreye sokulur mu
bilmiyorum. Ama şu an için hukuken böyle bir eğitim mümkün değil."
Gerçekten de Anayasa’mızın ilgili maddeleri
açık açık bu yapılanların suç olduğunu gösteriyor. Mesela Anayasa’nın 3/1
maddesi şöyledir:
“Türkiye
Cumhuriyeti ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.”
Yine
Anayasa’mızın 42. maddesinin son paragrafında çok açık bir şekilde şöyle diyor:
“Türkçeden
başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana
dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.” Dolaysıyla siyasi iradenin kanun
çıkararak “Özel öğretim kurumlarında izin alınarak ana dilde eğitim
yapılabilir.” gibi bir tavır içinde olması da bizce Anayasa’ya aykırıdır.
Nitekim valinin feryadı da bunun içindir.
Görüyoruz
ki son derece masum bir istek gibi ortaya atılan “ana dilde eğitim” meselesi
Türkiye’yi bölmenin çok önemli bir adımına dönüştü. Gelinen nokta bunu net
olarak ortaya koyuyor.
Oysa modern
devletlerde modern milletlerin tek dili
olma ve o dili bütün vatandaşlarına öğretme zorunluluğu ve gerekliliği vardır.
Mesela 315
milyon nüfuslu ABD’nin nüfusunun üçte birinin ana dili İspanyolcadır. Bu 100
Milyonun üstünde bir nüfusa karşılık gelir. Ayrıca orada Çinceden, İtalyancaya,
Almancaya kadar çok kimse tarafından çok sayıda dil konuşulur. Ama ABD, 2007
yılında İngilizce Dil Birliği Kanunu diye bir kanun çıkardı. Kanunun gerekçesi
şöyle:
“…Ülkede az
gelişmiş bölgelerin dil farkı sebebiyle geri kalmalarının önlenmesi; İngilizcenin ABD'deki farklı etnik köken,
kültür ve dilleri birleştiren bir temel olduğu gerçeğinin kabul edilmesi…”
Bu kanuna
göre: “kamu ve özel tüm iş yerlerinde İngilizce kullanılması” zorunlu.
Vatandaşlık başvurularında "İngilizce bilme şartının yerine getirilmesine
göre işlem yapılması” mecburi. Yani daha önce de belirttiğimiz gibi, tek dil
ABD’de zorunlu.
Üstelik tek
dil zorunluluğu sadece ABD de değil. Almanya’da son yıllarda bazı okullarda,
ders aralarında ve okul bahçelerinde bile ana dilde konuşmak yasaklandı.
Almanya’da önceleri okullarda seçmeli verilen Türkçe dersleri sistemli bir
şekilde kaldırılmaya başlandı. Türkiye’nin, Almanya’da Türk lisesi açılması
isteğine Almanya Başbakanı Merkel karşı çıktı.
Bir
başka çarpıcı örnek de AB üyesi ülke
olan Slovakya. Slovakya’da ülkedeki azınlıkların kamusal alanlarda kendi
dilleri ile konuşmaları yasaklandı. Slovakça dışındaki diller sadece evlerde
konuşulabiliyor. Yasağı ihlal edenlere de 5 bin avro gibi çok yüksek bir para
cezası var. Slovakya’da çok sayıda Macar ve diğer etnik gruplar yaşıyor. Bunlar
karara itiraz ettiler. Ama AB'den bu yasağa karşı hiçbir itiraz hiçbir eleştiri
gelmedi. AB veya ABD, Slovakya hükûmetine "Macar açılımı yapın, Macarca TV
kanalı açın, Macarlar ana dillerinde eğitim yapsın." şeklinde baskılar yapmadı.
Bir de
Fransa’ya bakalım. Özgürlükler ülkesi denen Fransa'daki Alsace ve Breton
bölgelerinde Alsasca, Bretonca; Korsika adasında da Korsika dilinde okuma,
yazma ve yayın yapmak yasaktır. Hiç kimse Fransa'ya "Korsika dilinde,
Alsas dilinde, Bröton dilinde TV kanalı aç, bu dillerde eğitim yap."
diyebiliyor mu? Hayır. Çünkü etnik dillerde eğitim ve TV-radyo yayını bir AB
şartı değildir.
Pekiyi biz
niye Kürtçe okul açmaya, eğitim vermeya, TV ve radyo yayını yapmaya
zorlanıyoruz? Neden bu hususlar sadece Türkiye'den istenmekte? Neden Türkiye
bunlara direnememekte? Diğer AB üyesi veya üye adayı ülkelerden niçin bunlar
istenmiyor? 4 parçalı “Büyük Kürdistan Projesi”nin hayata geçmesini
kolaylaştıracağı için olabilir mi?
Bölücülerin
isteklerini yerine getirerek, sözüm ona bu sorunu çözmeye çalışanlar, bunun
Türklerin büyük bir nefret ve öfkesini çekeceğini de hesaplamalıdırlar. Katil
bölücü başının önerilerini meşrulaştırmak, Türklerin birlikte yaşama
isteklerini gözden geçirmelerine bile sebep olacak kadar kaygı verici olabilir.
Tarih, bu masum millete bunları yapanları ilerde lanetle anacaktır.
Türkiye’nin
bir Kürt sorunu yoktur. Unutulmamalıdır ki Türk milletinin her ferdi; hukukla
sınırları çizilen haklardan eşit bir şekilde istifade edebilmektedir. Yöresi,
kökeni ve inancı ne olursa olsun Türkiye’de yaşayan her vatandaşımız, modern
millet tanımının gereği olarak, hiç bir ayrım gözetilmeksizin hukuki, siyasi,
sosyal, ekonomik, kültürel ve insan haklarından sınırlama olmadan
yararlanabilmektedir.
Bölücülerin
isteklerini kabule hazır bir eğilim göstererek milletimizin bir bölümünü, bazı
bölgelerde konuşulan dilden hareketle, bir başka etnik kimlik dayatmasının
içine sokarak bir etnik sorun ortaya çıkarmak, Türk düşmanlarının,
ayrılıkçı-bölücü terörist ve yandaşlarının silah zoruyla kazandıkları bir durum
olarak gösteriliyor. Bu durumda başka etnik kimliğe sahip ve bölücülük peşinde
olanların da silaha sarılıp yeni yeni istekler sıralamasının önüne nasıl
geçilecektir?
Şu an
ülkenin yönetiminde bulunanlar şunu iyi bilmeliler: Türkiye Cumhuriyeti eşkıya
ile pazarlık ederek kurulmamıştır. Bir bedel ödenerek kurulmuştur. Bu
Cumhuriyet, ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür. Türk milleti bu
bütünlüğün bozulmasına izin vermez. Vermeyecektir.


0 yorum: "“ANA DİLDE EĞİTİM” VE BÖLÜNEN TÜRKİYE"