Varlığını yeni fark ettiğimiz kalp,
akciğer, böbrek, beyin veya dalak gibi bir “organımız” var.
Bu yeni organın diğerlerinden en
önemli farkı anne karnında iken bu organa ait tek bir hücre bile bulunmaması ve
dünyaya geldikten sonra gelişmeye başlaması.
Bu, öyle ufak tefek bir organ da
değil; onlarca trilyon hücreden oluşuyor, ağırlığı da 2 kilogramı buluyor.
Bu yeni organın adı “bağırsak
mikrobiyotası”.
Bağırsak mikrobiyotası nedir?
İnsan vücudunda 100 trilyon hücre
bulunduğu tahmin ediliyor; bundan 10 misli fazla miktarda mikrop da vücudun
deri, ağız, vajina, bağırsaklar gibi çeşitli bölgelerinde yerleşmiş bulunuyor.
Bu mikroplar bulundukları yerlere
göre daha önce o bölgenin “florası” olarak adlandırılırdı; flora yerine artık
“mikrobiyota” tabiri kullanılıyor.
“Bağırsak mikrobiyotası” dendiği
zaman bağırsaklarımızda yaşayan tüm mikropları anlıyoruz.
Bağırsak mikrobiyotasında en azından
1.000 farklı türden bakteri ve bunlara ait 3 milyondan fazla gen (insan
genlerinden 150 misli fazla) bulunuyor ve bunların ağırlığı 2 kilogramı
buluyor.
Bağırsak mikrobiyotası bir organ
olarak kabul ediliyor
Bağırsak mikrobiyotasının vücudun
çeşitli fonksiyonlarının yerine getirilmesindeki vazifeleri sebebiyle ayrı bir
“organ” olarak kabul ediliyor.
Bu, dünyaya geldiğimizde sahip
olmadığımız bir organdır.
Bebek anne karnında steril bir
ortamda gelişir ve ilk mikropları dünyaya gelirken annenin doğum kanalından,
vajinasından, derisinden, memesinden ve soluduğu havadan alır.
Bağırsak mikrobiyotasının, dünyaya
gelişinin üçüncü gününde bebeğin beslenme şekline göre değiştiği tespit
edilmiştir: Anne sütü emen bebeklerin bağırsak mikrobiyotasına
“bifidobakteriler” hâkim olur.
Üç yaşına gelindiğinde bağırsak
mikrobiyotası artık belirlenmiş ve erişkinlerinkine benzer bir hâle gelmiştir;
mikrobiyota bundan sonra daha yavaş bir değişim gösterir ve bu ömür boyu sürer.
Bağırsak mikrobiyotasının önemli
vazifelerinden bazıları
Mide ve ince bağırsaklar tarafından
sindirilemeyen besinlerin sindirimine yardım eder.
B ve K vitaminlerinin yapımını
sağlar.
Bağırsaklarda hastalık yapabilecek
bakterilerin yerleşmesine mani olur.
Bağışıklık sisteminin önemli bir
elemanıdır; bir bariyer vazifesi görür.
Kanserden damar sertliğine,
obeziteden diyabete ve alerjilere kadar sayısız hastalığın ortaya çıkmasında
rolü vardır.
Bağırsak mikrobiyotası kimlik kartı
gibi
İnsanların bağırsak mikrobiyotasının
üçte biri insanların çoğunda aynıdır, üçte ikisi ise insandan insana çevreye ve
diyete göre farklılık gösterir.
Bağırsak mikrobiyotası, tıpkı parmak
izi veya retina gibi kişilere özgü bir kimlik kartı olarak da görülebilir.
Bağırsaklarda yaşayan 1000 farklı
bakteri türünden 150-170’ i baskın bakteriler olarak bulunur.
Bağırsak mikrobiyotası, diyette
bulunan ögelere geçici veya sürekli olarak alışkanlık kazanır: Japonlar günlük
diyetlerinin bir parçası olan deniz yosununu deniz bakterilerinden edindikleri
mikropların enzimleri sayesinde hazmederler.
Bağırsak mikrobiyotası
değişikliklere uyum sağlayabilirse de dengesi bazı özel durumlarda bozulabilir;
buna “disbiyosiz” denir.
Disbiyozis, fonksiyonel ve
enflamatuar bağırsak hastalıkları, alerjiler, obezite ve diyabet ile
ilişkilendirilir.
Prebiyotik ve probiyotiklerin
bağırsak mikrobiyotasına müspet etkileri vardır.
Faydalı mikroplar için besin
vazifesi gören prebiyotikler, bu mikropların üremeleri ve aktivitelerini
artırarak bağırsak mikrobiyotasının fonksiyonlarının daha iyi olmasını
sağlarlar.
Yoğurt, kefir gibi fermente
yiyeceklerde bulunan probiyotikler de bağırsak mikrobiyotasının dengesini,
bütünlüğünü ve çeşitliliğini sürdürmesini sağlarlar.
Gelelim neticeye
Bağırsak mikrobiyotası varlığını
yeni keşfettiğimiz, hastalıklardan uzak yaşayabilmemiz için çok önemli olan bir
organımız.
Kanser, kalp krizi, astım, obezite,
hipertansiyon, depresyon bağırsak mikrobiyotası ile ilişkilendirilen
hastalıklardan sadece bazıları.
“Geç bulduğumuz” bu organımızı
“çabuk kaybetmemek” için ona gözümüz gibi bakmamız gerekiyor.
Yeni organımıza “sayın” ön adının eklenmesini yani “sayın
bağırsak mikrobiyotası” denmesini teklif ediyorum.
O, bunu çoktan hak ediyor.
Yazan: Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta
.
0 yorum: "İNSAN VÜCUDUNDA YENİ BİR ORGAN BULUNDU"