Atatürk'e,
düşmanlarından bir bayan, bir yabancı gazetede (sokak çocuğu ve zalim) diye
yazılar yazmak küçüklüğünü göstermişti.
Bir
gün Yat Kulüp'te Atatürk, arkadaşlarına bu yazıdan söz ederek demiştir ki:
—
Bana sokak çocuğu diye yazmış... Ben pek küçük yaşta yatılı bir öğrenci olarak
okullara girmedim. İdadi'den Harp Okulu'na, oradan da orduya hizmete gittim.
Sorarım sizlere, benim sokakta oynamaya vaktim mi vardı? Bana (zalim)
diyormuş... Ben eğer bu vatana ihanet eden birkaç adamı mahkemeye vererek,
kanun çerçevesinde bu adamlar cezalarını buldularsa, benim onlara karşı
sevgimden ziyade, Türk milletine sevgim daha büyüktür... Bu nedenle Türk milletine
onların zararlı vücutlarını feda ettim..." demişlerdir.
Enver
Behnan ŞAPOLYO
Kaynak:
Enver Behnan Şapolyo - Milli Mücadele Tarihi, 1944
MUTSUZ
LİDER
Bir
akşam sofrasının hararetli bir döneminde Mustafa Kemal, kişisel özgürlüğünün
birçok bölümlerinden yoksun bırakılması acısını hüzün dolu sözlerle şöyle
anlattı:
—Şimdi
siz buradan ayrılır, istediğiniz yerde gezer dolaşırsınız. Benim gözümde bunun
ne büyük mutluluk olduğunu bilemezsiniz. Halime bakın, sahip olduğunuz bu
özgürlükten yoksunum, cumhurbaşkanıyım ama köşeye atılmış ve özgürlüğü sınırlı
bir insanım. Bütün eğlencem, akşamları soframa topladığım arkadaşlara
ayrılmıştır. Haydi şimdi buradan ayrılıp bol bol dolaşın, istediğiniz yerlere
girip çıkın, arzu ettiğiniz gibi eğlenin. Ben de bunun hayaliyle
avunurum." dedi.
O
akşam hepimiz masadan erken ayrıldık.
Damar
ARIKOĞLU
Kaynak:
Damar Arıkoğlu - Hatıralar, 1961
ABDÜLHAMİD
1937
yılında idi. Yaz aylarından biri. Doğrudan doğruya kendi kontrolündeki bir
gazetede "Makedonya" adlı bir eserim tefrika ediliyordu. Bir
akşamüstü Başyaver Celâl (Üner) Bey beni telefonla aradı. Dolmabahçe Sarayı'na
davet edildim. Ve Saraya gidince de, hemen hiç bekletilmeden, üst kata
çıkarıldım. Bir kapı açıldı, kendimi Büyük Adamın karşısında buldum.
Saygılarımı bildirince, belli bir iki nezaket cümlesi ile beni okşadı. Sonra:
—
Yazını okuyorum, dedi. Hürriyetin ilân edildiği zaman küçük bir çocuk olman
lâzım. Fakat kutlarım, o günleri iyi canlandırıyorsun. Yalnız Abdülhamit’i hiç
sevmediğin belli.
Biraz
durdu. Elindeki bir renkli kalemi, önünde açık duran kalın ciltli bir Fransızca
kitaba dikine vurarak düşünür gibi oldu. Ben susuyordum. Bu hal bir iki dakika
devam etti. Sonra birdenbire şu sözler çıktı ağzından:
—
Sevme Abdülhamit’i! Yine de sevme! Fakat sakın anısına hakaret edeyim deme.
Senin kuşağın biraz daha ölçülü kararlar vermeye alışmalı. Bak çocuk! Kişisel
kanımı kısaca söyleyeyim: Tecrübe göstermiştir ki, toprakları üstünde yaşayan
insanların çoğunun durumu kuşkulu ve sınırları yalnız düşmanlarla çevrili bir
büyük devlette, Abdülhamit’in yönetimi büyük hoşgörüdür. Hele bu yönetim on
dokuzuncu yüzyılın son yıllarında uygulanmış olursa...
Bunun
üzerine ayrılmama müsaade buyurmuşlardı. Saygılarımı tekrarlayarak huzurundan
uzaklaştım.
Nizamettin
Nazif TEPEDELENLİOĞLU
Kaynak:
Hürriyet Gazetesi, 31.07.1958
YANINA
ALDIĞI İLK ER
O,
Samsun'a çıktığı zaman, üstü başı yırtık, postalları patlamış, silahsız bir er
gördü. Yüzünün rengi bakıra dönmüş, yağları eriyip kemik ve sinir kalmış bu
Türk askeri ağlıyordu. O'na sordu:
—
Asker ağlamaz arkadaş, sen ne ağlıyorsun?
Er
irkildi, başını kaldırdı. Bu sesi tanıyordu ve bu yüz ona yabancı değildi.
Hemen doğruldu ve Anafartalar'daki Komutanını çelik yay gibi selamladı.
—
Söyle niçin ağlıyorsun?
İç
Anadolu'nun yanık yürekli çocuğu içini çekti:
—
Düşman memleketi bastı, hükümet beni terhis etti. Silahımızı elimizden aldı.
Toprağıma giren düşmanı ne ile öldüreceğim? Kemal Atatürk, er'in omzuna elini
koydu:
—
Üzülme çocuğum, dedi. Gel benimle!
Ve
Samsun deposunda giydirilip silahlandırarak yanına aldığı ilk er bu Mehmetçik
oldu.
Burhan
Cahit MORKAYA
KAHRAMAN
TÜRK KADINI
17
Mart 1923 Tarsus:
Mustafa
Kemal İstasyon'dan şehre doğru, bir süre yaya olarak yürüdü. O'nu görmek için
sabahtan itibaren yolları dolduran Tarsusluların arasından neşe ile selamlar
vererek, ilerledi. O sırada ansızın bir olayla karşılaştı.
Milli
Mücadele'deki çete giysili bir kadın, Atatürk'ün yolunu keserek ayağına
kapandı. Gözyaşlarıyla şöyle haykırıyordu:
—“Bastığın
toprağa kurban olayım Paşam!"
Mustafa
Kemal onu yerden kaldırmak için eğilirken kulağına bu kadının Kurtuluş
Savaşında cephelerde çarpışmış olan (Adile Çavuş) olduğunu fısıldadılar.
Gözlerinden
iki damla yaş düşen Mustafa Kemal, bu güneşten yüzü yanmış kadının elinden
tutup ayağa kaldırdı ve ona şöyle seslendi:
—“Kahraman
Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye
layıksın."
Taha
TOROS
TÜRK
ORDULARI BAŞKUMANDANIYIM
Afyonkarahisar'ın
hatlarının çözülmesi sonunda birkaç Yunanlı tutsak, geceleyin Mustafa Kemal'in
çadırına getirilmişti. Bunlardan birisi, Muzaffer Generalin doğup büyümüş
olduğu Selanik'ten gelmişti. Yüz, kendisine yabancı gelmediğinden ve
üniformasında da hiçbir bellilik görmediğinden kim olduklarını ve rütbelerini
sormaya başlamıştı.
—
Binbaşı mısınız?
—
Hayır.
—
Albay mı?
—
Hayır.
—
Korgeneral mi?
—
Hayır.
—
Peki nesiniz?
—
Ben Mareşal ve Türk Orduları Başkomutanıyım! Şaşkınlıktan ağzı açık kalan
Yunanlı kekeledi:
-
Bir başkomutanın savaş hattına bu kadar yakın yerlerde dolaşması işitilmiş
değil de!..
General
SHERRIL
Kaynak:
General Sherril - Atatürk Nezdinde Bir Yıl Elçilik, 1935
SURİYE
HEMŞİRENİZİ DE KURTARINIZ
1923
Mart'ının 17. Cumartesi günü Mersin'e giriyoruz. İstasyonda yaya olarak
topluluk halinde ilerlerken, yolun ortasında, aynen Adana'ya girerken olduğu
gibi, büyük bir levha taşıyan birkaç kız, Şef in karşısına çıktı.
Levhada
şu cümle yazılı idi:
"Suriye
hemşirenizi de kurtarınız."
İki
gün evvel Adana'da Antakya ve İskenderun için yapılan o levhalı gösteri,
Antakyalı kızın o herkesi ağlatıp sızlatan hıçkırıklı söylevi ve Şef'in ona
verdiği tarihi cevapla, yüce bir nitelik almıştı. Şef şimdi bu Suriye levhasına
ne diyecekti?
—“Her
millet layık olduğu mutluluğa erişir!" dedi ve yürüdü.
İsmail
Habip SEVÜK
.
0 yorum: "Atatürk Anıları-2"