Atatürk,
Mudanya yolu ile Bursa’ya gidiyordu. Kalabalık bir halk kitlesi iskelede
etrafını çevirmiş bulunmakta idi. Bir kadının, elinde bir kağıtla Atatürk’e
yaklaştığı görüldü. İhtiyar, zayıf bir kadındı. Ata’nın yolunu keserek titrek
bir sesle:
-
beni tanıdın mi oğul? Dedi. Ben sizin Selanik’te komşunuzdum. Bir oğlum var;
devlet demiryollarına girmek istiyor. Siz onu alsınlar dediniz. Fakat müdür
dinlemedi. Oğlumu yine ise almamış..ne olur bir kere de siz söyleseniz.
Atatürk’ün
çelik bakışlı gözleri samimiyetle parladı... Elleriyle geniş jestler yaparak ve
yüksek sesle :
-
oğlunu almadılar mi? Dedi. Ben tavsiye ettiğim halde mi almadılar? Ne kadar iyi
olmuş... Çok iyi yapmışlar... İste cumhuriyet böyle anlaşılacak...
Kadın
kalabalığın içinde kaybolmuştu. Ve Atatürk adeta vecd (çoşku) dolu bir sesle:
-
İşte cumhuriyetten beklediğimiz netice... Diyordu.
Ekleyen
: osman segin küçük
GENELGEYLE
DEVRİM OLMAZ
1924
yılının ilkbaharıydı. Erzurum ve Pasinler'de depremde birçok köyün evleri
yıkılmıştı. Zarar gören halkla görüşmek için Pasinler'e gelen Atatürk, halkın
içinden ihtiyar bir köylüyü çağırdı:
—
Depremden çok zarar gördün mü, baba? diye sordu. Atatürk ihtiyarın şüphesini
görünce, tekrar sordu:
—
Hükümet sana kaç lira verse, zararını karşılayabilirsin? İhtiyar, Kürt
şivesiyle:
-
Valle Padişah bilir! dedi
Atatürk
gülümsedi. Yumuşak bir sesle:
—
Baba, Padişah yok; onları siz kaldırmadınız mı? Söyle bakalım zararın ne?
İhtiyar
tekrar etti:
—
Padişah bilir!...
Bu
cevap karşısında kaşları çatılan Atatürk, Kaymakam'a döndü:
—
Siz daha devrimi yaymamışsınız! dedi
Bu
sırada görevini başarmış insanlara özgü bir ağırbaşlılıkla ortaya atılan
tahrirat kâtibi:
—
Köylere genelge yolladık Paşam, dedi. Atatürk'ün fırtınalı yüzü, daha çok
karıştı:
—
Oğlum, dedi, genelgeyle devrim olamaz!...
Ahmet
Hidayet Reel
BEN
CEPHEYE GİDİYORUM
Bir
akşam Recep Bey (Peker) beni ve İhsan Bey'i evine akşam yemeğine çağırdı.
Ayağım burkulmuş, alçıda idi. Koltuk değnekleriyle gittim. Gazi Paşa da Refet
(Bele) Paşa'nın evinde imiş. Bizim Recep (Peker) Bey'in evinde bulunduğumuzu
haber almışlar. Yaver Muzaffer (Kılıç) telefonla beni çağırdı. Kendilerini
beklememizi söyledi.
Gazi,
gece yarısından sonra geldi. Fazlaca alkollü idi.
—“Vakit
geç oldu. Oturamayacağım gideceğim."
Dedi
ve giderken beni, İhsan ve Recep (Peker) Bey'i baş başa getirdi. Ellerini
omuzlarıma atarak:
—“Ben
doğruca cepheye gidiyorum, düşmana taarruz edeceğim," dedi.
Hepimiz
şaşırdık ve telaşlandık. İhsan Bey:
—“Paşam,
ya muvaffak olamazsan?" deyince:
—"Ne?...
Bir haftalık süre içinde onları yok edip denize dökeceğim." karşılığını
verdi.
Kaynak:
Ali Kılıç - Hatıralar, 1955
YENİLSEYDİK
SORUMLU BEN OLACAKTIM
Bir
aralık konu İstiklâl Savaşı'na geldi. Dikkat ettim, Binbaşılar dâhil her
komutanın hangi birliğe komuta ettiğini, nerede bulunduğunu, -bir gün önce
olmuş gibi- hatırlıyordu. O savaş ki araç, gereç, personel kıtlığı bugün güç
tasavvur edilirdi. Tümenlere binbaşılar, Kolordulara yarbaylar komuta ediyordu!
Fakat bu kadro canını dişine takmış bir ekipti. Var olmak ya da olmamak bu
savaşın sonucuna bağlıydı. 30 Ağustos bu ruh haletinin eseriydi. Böyle bir
dramı, hem yazarı, hem baş aktörünün ağzından dinlemek müstesna bir mutluluktu.
O anılar Ata'yı coşturdukça coşturuyordu. Anlatmalarında abartma yoktu. Ama bu
anlatış öylesine canlı, öylesine plastikti ki, hepimiz heyecandan heyecana
sürükleniyorduk. Anlatışlarını şöyle bağladı:
—
İşte büyük zafer böyle ortak bir eserdir. Şerefler de ortaktır.
Bu
alçakgönüllülük şaheseriyle konunun kapanacağını tahmin ediyorduk. Bu arada
Atatürk
bir duraklama yaptı. Sonra içine dönük, adeta kendisiyle konuşur gibi ilave
etti:
—
Ama yenilseydik sorumluluk ortak olmayacak yalnız bana ait olacaktı.
Bu
belagat karşısında gözyaşımı tutamadım. Tarihin, zaferleri kendine mal eden,
yenilgileri ise maiyetine yükleyen sahte kahramanlarını hatırladım.
Ord.
Prof. Sadi IRMAK
Kaynak:
Sadi Irmak, Ord Prof. - Atatürk'ten Anılar, 1978
SAVAŞ
EMİRLERİ
Şükrü
Kaya'nın, bir 30 Ağustos Zafer Bayramı gecesi sofrada:
—“Paşam,
İstiklal Savaşı'nda Başkomutan sıfatıyla muharebelerde verdiğiniz emirler bir
yerde toplanmış mıdır?" sorusuna verdiği yanıt:
—
Bir gün Kurtuluş Savaşı'nın, Millî Mücadele'nin askeri tarihini yazacaklar,
belki de benim Başkomutan sıfatıyla verdiğim bir yazılı ve imzalı emrime
rastlamayacaklardır. Savaş arkadaşlarım buradadır, hep bilirler, ben muharebede
daima o cepheden bu cepheye gider, yapılması gereken hareketleri Komutanlara
dikte eder, onlara not ettirir ve kendilerini de inandırdıktan sonra, 'Şimdi
ordu birliklerimize derhal bu hareketlerin yapılmasını kendi imzanızla
bildiriniz.,.' derdim."
Nejat
SANER
Kaynak:
Cumhuriyet Gazetesi - 13.11.1970
SELANİK
Millî
Mücadele henüz bitmiş, ordularımız Meriç sınırına dayanmıştı. Çankaya'da
oturuyorduk. Atatürk'ün Selanik'ten çocukluk arkadaşı Nuri Conker dedi ki:
—“Paşam,
ne duruyorsunuz? Her şey elinizde. Selanik'teki eviniz boş duruyor. Bir
sözünüzle orada oturabilirsiniz. Size kim engel olabilir?" Atatürk,
hepimizin yüzüne baktı ve şunları söyledi.
—“Böyle
bir hareket bütün Avrupa'yı aleyhimize birleşmeye sevk eder. Büyük bir mücadele
iyi bir biçimde sona erdi. Tehlikeli bir maceraya atılamam."
Hamdullah
Suphi TANRIÖVER
Kaynak:
Cumhuriyet Gazetesi, 16.11.1941
17
MART 1923 TARSUS
Mustafa
Kemal İstasyon'dan şehre doğru, bir süre yaya olarak yürüdü. O'nu görmek için
sabahtan itibaren yolları dolduran Tarsusluların arasından neşe ile selamlar
vererek, ilerledi. O sırada ansızın bir olayla karşılaştı.
Millî
Mücadele'deki çete giysili bir kadın, Atatürk'ün yolunu keserek ayağına
kapandı. Gözyaşlarıyla şöyle haykırıyordu:
—“Bastığın
toprağa kurban olayım Paşam!"
Mustafa
Kemal onu yerden kaldırmak için eğilirken kulağına bu kadının Kurtuluş
Savaşında cephelerde çarpışmış olan (Adile Çavuş) olduğunu fısıldadılar.
Gözlerinden
iki damla yaş düşen Mustafa Kemal, bu güneşten yüzü yanmış kadının elinden
tutup ayağa kaldırdı ve ona şöyle seslendi:
—“Kahraman
Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye
layıksın."
Taha
TOROS
Kaynak:
Taha Toros - Atatürk'ün Adana Seyahatleri, 1981
İNANMAYANLAR
DA HAKLIYDILAR
Mustafa
Kemal realist bir liderdi. Lekelemelerin politika kadrosunu nasıl daraltacağını
ve kendisini bir avuç partizan takımı elinde bırakacağını düşünerek, açıkça bir
suç işlemiş olanlar dışında yalnız kişisel değerlere saygı gösterdi. Sicil
yoklamalarına rağbet etmedi. Bir gün bana:
—
Kuvayı Milliye'ye inanmayanlar da inananlar kadar haklı idiler, demişti.
Falih
Rıfkı ATAY
Kaynak:
Falif Rıfkı Atay - Mustafa Kemal, Mütareke Defteri, 1955
İKİNCİ
DÜNYA SAVAŞI
Hastalığının
ilerlemiş zamanında:
"Hatta
bir gün, bizim önümüzde bazı siyasi sorunlara değinip Romanya' da yapılan
hükümet değişmesinden söz ederken, bir patriğin işbaşına gelmiş olmasından
hayret duyduğumu söyledim. Bu nedenle İkinci Dünya Savaşı'nın da yaklaşmakta
olduğunu anıştırarak dedi ki:
—“Bir
savaş çıktığı takdirde, kanımca yansız kalmalıyız. O zaman birçok fırtınalar
kopacak. Devlet gemisini gayet ustaca yöneterek işin içinden sıyrılmaya
çalışılmalıdır." dedi.
Prof.
Dr. Nihat Reşat BELGER
Kaynak:
Nihat Reşat Belger - Atatürk'ün Hastalığı
ELİF,
LAM, MİM NE OLACAK?
Atatürk,
Kuran’ın Türkçe'ye çevrilmesine karar verdikten sonra Kâzım Karabekir Paşa
kaygıya düşmüştü. Büyük bir heyecan ve şaşkınlık içinde bir gün dayanamayarak
Atatürk'e sordu:
—“Kuran’ın
Türkçeye çevirisini emretmişsiniz."
—“Evet."
—“Peki,
o zaman elif, lam, mim ne olacak?"
Atatürk
hayretle Karabekir'in yüzüne baktı ve en kolay bir şeyin cevabını verir gibi:
—“Ne
olacak, elif, lam, mim yine elif, lam, mim olarak kalacak" dedi.
Hamdullah
Suphi TANRIÖVER
Kaynak:
Cumhuriyet Gazetesi, 13.08.1966
MEDRESELER
Rize
gezilerinde medreselerin açılması için kendisine başvuran hocalara; öfke ve
sertlikle ve herkesin önünde:
-
"Para istiyorsanız size millet yetecek kadar verecektir. Açsanız karnınızı
doyuracaktır. Medreseler bir daha açılmayacaktır, anladınız mı?" diye
bağırdı.
Prof.
Mahmut Esat BOZKURT
Kaynak:
Mahmut Esat Bozkurt - Atatürk İhtilali
DİL
ALANINDAKİ ÇALIŞMALARI
Dil
alanında bir kaynak sorununu ileri sürünce, ortaya, kâğıt kalem ve Atatürk'ün
kendi eliyle açıklamalar yapılmış diksiyonerler getiriliyor. Yunancadan
getirilen kelimelerin, onları bir başka dile bağlayan daha eski bir etimolojisi
aranıyor.
—
Ana kökü arayacağız, diyor.
Ve
dil hakkındaki kuramını anlatmaya başlıyor ve bir gülüşle:
—
Uzun bir çalışmadan sonra, bunu bulduğum zaman, Sakarya savaşını kazandığım
dakikadaki mutluluğu duydum, diyor.
Prof.
PITTARD
Kaynak:
Cumhuriyet Gazetesi, 03.12.1938
.
0 yorum: "Atatürk Anıları-3"