LOZAN
HEYETİ
Hariciye
Vekili Yusuf Kemal Tengirşenk anlatıyor:
"Lozan
Konferansı'na gidecek heyetimize kim başkanlık edecek? Bir türlü
kararlaştırılamıyor. Gazi yazıhanesinin başında, kahvesini yudumlaya yudumlaya,
etrafına toplanmış milletvekilleriyle konuşuyor, diyor ki:
—
Arkadaşlar... Şu Baştemsilci'yi hâlâ seçmediniz. Vakit geçiyor. Seçildikten
sonra da hazırlanıp yola çıkması için zamana ihtiyaç var. Rica ederim bu işi
bir an önce kararlaştırın, bitirin artık!
Cevap
veriyorlar:
-
Eee... Doğru Paşam ama, siz de İsmet Paşa'yı istiyorsunuz. Nasıl yapalım?
Olacak iş mi bu? İsmet Paşa Baştemsilci olabilir mi?
Gazi
gülümsüyor:
—
Hakkınız var, arkadaşlar... Siz İsmet Paşa'yı tanımıyorsunuz, onun yalnız
askerlik tarafını biliyorsunuz, çünkü ömrü cephede geçti. Ankara'da pek az süre
kaldı. Tanımaya vakit ve imkân bulamadınız. Bu adam zekidir, tedbirlidir.
Bilhassa ileriyi görüş ve tetkik özelliği güçlüdür. Örneğin, içinizden birini
şu masayı devirmeye! memur etsem, iki, üç, nihayet dört şekilde devirebilir...
Oysaki İsmet Paşa, bunu sekiz on şekilde devirmek gücüne sahiptir.
Bu
söz, İsmet Paşa üstünde oybirliğiyle durulmasına kafi geldi. Gazi, küçücük bir
örnekle, düşüncesini kabul ettirmesini bilmişti."
Niyazi
Ahmet BANOĞLU
JAPON
VELİAHTI
Japon
Veliahdı gelmişti. Büyük ve mükellef bir ziyafet sofrasındaydılar. Atatürk bir
aralık Japon tarihinden söz açtı ve bir meydan muharebesini anlattı.
Japon
Veliahdı hayret etmişti.
Atatürk
tarihten mitolojiye geçti ve yine Japon mitolojisinden konuştu.
Veliahdın
ağzı açık kalmıştı.
Söz
edebiyata intikal etti. Atatürk:
—
Japon şiirinin dünya edebiyatında çok büyük etkileri vardır... diyerek meşhur
Japon şairlerinden mısralar okudu.
Veliaht,
bunları nereden biliyorsunuz? diye soramadı Fakat Atatürk'ün bilgi ve
hafızasına hayran kalmıştı.
Atatürk
hep böyleydi. Her şeyi planlıydı. O, bütün bunları, Veliaht gelmeden on gün
önce tercümeler yaptırarak öğrenmişti.
Niyazi
Ahmet BANOĞLU
KENDİNE
GÜVENME
Çanakkale'de,
Arıburnu'nda harp ederken, Liman Von Sanders Paşa, vaziyetteki zorluğu görerek,
bir Alman miralayı göndermişti. Miralay geldi. Kaymakam Mustafa Kemal Bey'den
kumandayı almak istedi. Mustafa Kemal Bey kumandayı bırakamayacağını söyledi. O
vakit bu büyük hadise olmuştu. Alman miralayı, Liman von Sanders Paşa'ya
şikâyet etmişti. Liman Paşa meseleyi halledebilmek için daha büyük rütbede olan
Kolordu Kumandanı Eşref Paşa'yı göndermişti. Fakat bu defa Mustafa Kemal Bey
şöyle dedi:
—
Ben bir şart ile kumandayı bırakabilirim. Miralay cenaplarının kumandayı
aldıkları vakit ne yapacaklarını öğrenmeliyim.
Alman
miralayı vaziyeti tetkik etmiş:
—
Ben ricat emrini veririm, demiştir. Mustafa Kemal Bey ise:
—
İşte ben bunu bildiğim için kumandayı bırakamıyorum. Ben bu vaziyette taarruz
ederim. Arkada nihayet bir, iki kilometrelik bir mesafe vardır. Böyle bir
vaziyette ricat etmek, mahvolmak, denize dökülmek demektir. Binaenaleyh
taarruzdan başka yapacak bir şey yoktur, cevabını vermiştir.
Bunun
üzerine Esat Paşa, Mustafa Kemal'in omzunu okşayarak:
—
Allah muvaffakiyet versin, demekle yetinmiş ve karargâhına dönmüştür.
Mustafa
Kemal Bey taarruz kararını tatbik etmiş, o günün gecesi içinde tehlikeli
vaziyet değişmiş, muvaffakiyet başlamıştır. Bu neticeyi gören Alman Miralayı
askeri bir tavır ile selam vererek Kaymakam Mustafa Kemal Bey'e yaklaşmış:
—
Ben bir miralayım. Rütbece sizden büyüğüm. Fakat sizin emriniz altında
çalışmayı kendime şeref bilirim. Bunu Liman Von Sanders Paşa'ya da böylece
bildirdim! demiştir.
Asım
US
KİTAP
OKUMA ALIŞKANLIĞI
Atatürk'ün
genel sekreterlerinden Hasan Rıza Soyak anlatıyor:
"Bir
İstanbul seyahatinden Ankara'ya dönüyordum. Derhal Köşk'e gittim. Hizmetçilere
Atatürk'ün ne durumda olduğunu sordum.
—
İki gün, iki gecedir devamlı okuyor, birkaç defa banyo yaptı ve şezlongda
istirahat etti, dediler. Hemen yatak odasına gittim. Atatürk, koltuğa bağdaş
kurmuş oturuyordu. Çoğu kez böyle otururdu. Elinde bir tarih kitabı vardı,
bitirmeye çalışıyordu. Bana,
—
Hoş geldin, dedikten sonra, elime bir kitap geçti, bilmem ne zamandan beri
okuyorum, diye ilave etti.
—
Yorulmadınız mı, Paşam? diye sordum.
—
Hayır, dedi, yalnız gözlerim yaşarıyor; fakat onun da çaresini buldum. Biraz
tülbent aldırttım ve parça parça kestirttim. Bu parçalarla gözlerimi
siliyorum."
Niyazi
Ahmet BANOĞLU
KÜFÜR
Atatürk'e
hakaretten sanık bir köylü hakkında takibat yapılıyordu. Durumu Atatürk'e arz
ettiler,
—
Mahkemeye veriyoruz, dediler, size küfür etmiş. Atatürk sordu:
—
Ben ne yapmışım ona? Evrakı tetkik edenler açıkladılar:
—
Gazete kâğıdı ile sardığı sigarayı yakarken kâğıt tutuşmuş ta ondan.
Atatürk'e
bunu söyleyen bir milletvekilidir. Atatürk sormuş,
—
Siz hiç gazete kâğıdı ile sigara içtiniz mi?
—
Hayır...
—
Ben Trablus'tayken içmiştim, bilirim. Pek berbat şey. Köylü bana az küfretmiş.
Siz bunun için onu mahkemeye vereceğinize, ona insan gibi sigara içmeyi
sağlayınız!.
Hilmi
YÜCEBAŞ
HARBİYE
NEZARETİ
Mağlubiyet
tahakkuk etmişti. Harbi yapan kabine mevkiini terk ediyordu. Zihinlerde ve
ruhlarda endişe ve ıstırap vardı. Enver Paşa'nın sesi hâlâ kulaklarımdadır;
Padişah'a istifasını götürecek Talat Paşa'ya:
—
Harbiye Nezareti için Mustafa Kemal'i tavsiye et, Harbiye'ye o gelmelidir...
Ondan başka orduyu toplayacak kimse yoktur, diyordu.
Padişah,
Harbiye Nezareti'ne Mustafa Kemal'i getirmedi, fakat o, kendisini daha yüksek
bir makama kendisi getirdi.
Hasan
Rıza SOYAK
ZÜLÜFLÜ
İSMAİL PAŞA
Biz
Harbiye'de okurken bir kış gene böyle çok şiddetli geçiyordu. Mektebin sobaları
yanmıyordu. Derdimizi idareye anlatamadık. Arkadaşlar Müdür'e çıkmak için beni
seçtiler. Müdür Zülüflü İsmail Paşa... Kendisini görmek için izinler aldım.
Huzura çıktık. Evvela Padişah'a, sonra Müdür Paşa'ya dualar ettik. Nihayet soba
meselesine geldik. Paşa birdenbire gürledi:
—
Soğuk mu? Ne soğuğu? Padişah Efendimizin nimetleri gözünüze dizinize dursun...
Görmüyor musunuz sobalar cayır cayır yanıyor... Çıkın nankörler!. Baktık
sahiden de müdürün sobası güldür güldür yanıyor. Paşa da buram buram
terliyordu. Sıcaktan yakasını açmıştı. Ve sanıyordu ki mektebin tüm sobaları
böyle yanmakta... Çocuklar biz Çankaya Köşkü'nde bazen Zülüflü İsmail Paşa gibi
kendimizi sakın aldatıyor olmayalım!..
Hikmet
BİL
ATEŞ
HATTINDA
Mustafa
Kemal her zaman ateş altında dolaşıyordu. Askerlerin maruz kaldığı her türlü
tehlikeyi paylaştığı, etrafında yüzlerce insan öldüğü halde ona bir şey
olmuyordu. Bir seferinde yeni kazılan bir siperin önünde otururken, bir İngiliz
bataryası üstlerine ateş açtı. Top menzilini bulmaya çalışırken, gülleler de
gittikçe yaklaşıyordu. Vurulması, matematiksel bir kesinlik arz ediyordu.
Yanındakiler sipere girmesi için yalvarmaya başlamışlardı. O,
—
Hayır, diye itiraz ediyordu. Sipere gizlenecek olursam, askerlerime kötü bir
misal olurum. Geride siperde bulunanlar korku ve hayretle kendisini
seyrederken, o sigarasını yakmış, hiçbir şey yokmuşçasına gayet sakin
konuşuyordu. Düşman topçusu menzili biraz daha yaklaştırdı. Patlayan şarapnel
yağmuru altında üstü başı toz içinde kaldığı halde, Mustafa Kemal'e bir şey
olmamıştı.
Peyami
SAFA
İŞİNE
KARIŞMAYACAĞIM
Eski
Bahriye Nazırı ve Milletvekili Rauf Orbay anlatıyor: "Mustafa Kemal Paşa
beni Meclis'teki odasına davet etti:
—
Rauf kardeşim, dedi, niçin bu görevi kabul etmiyorsun, görüyorsun ki, Meclis
senin üzerinde duruyor. Başka birini seçmek istemiyor. Anarşi olacak. Kabul
etmeyişinin sebebi ne?
—
Söyleyeyim Paşam, dedim. Ben bu vazifeyi kabul edersem, sen yine benim işime
karışacaksın. Ben de buna tahammül edemeyeceğim ve çekilmek zorunda kalacağım.
Hâlbuki benim imanım, bu orduların başında, bu milleti senin kurtaracağın
merkezindedir. Bu yüzden seninle ihtilafa düşmeyi katiyen kabul edemem.
Mustafa
Kemal Paşa son derece samimi bir tavırla:
—Kardeşim,
ben namussuz muyum? deyince, hayret ettim.
—Ben
böyle bir şey söylemedim.
—O
halde, sana namusumla söz veriyorum. Heyeti Vekile Reisliği'ni kabul et,
hükümeti kur, senin hiçbir işine karışmayacağım, dedi ve hakikaten dediğini
yaptı, Allah rahmet eylesin."
Rauf
ORBAY
SEN
GAZİ'Yİ TANIR MISIN?
Sen
Gazi'yi tanır mısın baba?
İhtiyar
beni, saçma bir sual sormuşum gibi alaycı bir şekilde süzdü:
—
Gazi’yi tanımayan var mı ki? dedi ve ilave etti:
—
Ben görmedim ama, her hafta Hacı Bayram Veli Camii'nde cuma namazı kılarmış. Ta
göbeğine kadar sakalları varmış. Melek gibi nur yüzlü, peygamber gibi mübarek
bir ihtiyarmış!...
Gülmemi
güç tutarak, Atatürk'ün sakalsız ve genç yüzüne baktım. O, kaşlarını kaldırarak
kendini tanıtmamamı emretti. Dışarı çıktığımız zaman da güldü ve:
—
Varsın, dedi, o da öyle bilsin. Hakikati öğrenmek bel ki biçarenin hayalini
yıkar, onun hayalindeki şirin sakallıyı öldürtüp de sevgisini kaybetmekte ne
mana var?..."
Niyazi
Ahmet BANOĞLU
TORPİL
Bir
tarihte Atatürk, Ege Vapuru ile Mersin'e gitmişti. Dönüşte vapur Fethiye'de
durmuş. İlçe'de halk şenlik yaparken, gemilerden havai fişekler atılıyormuş.
Kendisine refakat eden Zafer Torpidosu'nda bulunan Atatürk, donanmanın
şenliklerini seyrederken, kumandanlardan biri Zafer Torpidosu Kumandanı'na bir
torpil atmasını söylemiş.
Torpido
Kumandanı:
—
Hay hay efendim, demiş, yalnız bir torpilin kıymeti elli bin liradır.
Bunun
üzerine Atatürk:
-
Vazgeçin torpil atmaktan, bu millet o kadar zengin değildir!...
Ve
Torpido Kumandanı'na dönerek:
—
Sizi tebrik ederim, diye iltifatta bulunmuş.
Niyazi
Ahmet BANOĞLU
BUNLAR
YAZILMAZSA BEN ANLAŞILAMAM
Yazar
ve Gazeteci Falih Rıfkı Atay Atatürk'le ilgili bir anısını anlatıyor:
"Coşkun
ve cümbüşlü bir geceden sonra, Çankaya'daki evine gitmiştim. Kendisine dedim
ki:
—
Şimdiye kadar sizin için ecnebi dillerde yalnız Frenkler yazdılar. Biz
yanınızdayız. Sizi onlardan daha iyi tanıyoruz. Müsaade eder misiniz, Yakup
Kadri ile ben hayatınız ve eserleriniz hakkında bir kitap hazırlasak?
Bilardo
istekasını bırakarak yüzüme baktı:
—
Dün geceyi yazacak mısınız?
—
Canım efendim, bu kadar hususiyetlere girmeye ne lüzum var?
—
Ama bunlar yazılmazsa ben anlaşılamam ki..."
Falih
Rıfkı ATAY
YORGUNLUK
İzmir
Zaferi'nden sonra trenle Ankara'ya dönmüştü. Vali daha önceki istasyonlardan
birinde kendisini karşılamaya gitti,
—
Nerededir? diye sordu.
—
Daha giyinmedi... dediler.
Vali
Atatürk'ün ahbabı idi. Biraz teklifsizliğe vurarak kompartıman kapısına kadar
gitti,
—
Büsbütün çıplak değilsiniz ya efendim... dedi.
—
Hayır ceketsizim. İçeri girdi, Atatürk,
—
Uyuyamadım, dedi, battaniye yastık koymamışlar. Koluma dayandım, ağrıdı.
Ceketimi yastık yapayım dedim, üşüdüm. Uyuyamadım, kalktım.
—
Peki, ama efendim niçin haber vermediniz? Gülümseyerek cevap verdi,
—
Hepsi de benim kadar uykusuzdurlar. Rahatsız etmek istemedim.
Falih
Rıfkı ATAY
YUGOSLAVYA
KRALI
Atatürk,
yurdumuzu ziyaret etmekte olan Yugoslav Kralı Aleksandr ile, İstanbul'da Dolmabahçe
Sarayı'nda konuşurken, konuk Kral:
—
Ekselans, dedi. Biz Türkleri çok severiz. O kadar çok ki, vaktiyle Birinci
Cihan Harbi'nin sonunda Lloyd George Batı Anadolu'yu Yunanistan'a teklif
etmeden evvel bize teklif etmişti. Fakat biz Yugoslavlar, Türkleri çok
sevdiğimiz için George'un bu önerisini kabul edip Anadolu seferine çıkmadık.
Atatürk,
Kral'ın bu sözlerine şu cevabı verdi:
-
Haşmetmeap, evvela bize karşı olan sevginize teşekkür ederiz. Sonra, büyük
geçmiş olsun...
Seyit
Kemal KARAALİOĞLU
.
0 yorum: "Atatürk Anıları-7"